Sugerland – directed by Van Alpert



Pleased to present this great piece done by my brother Van Alpert SUGARLAND. A short fashion film created for @Rhudedesigns Spring / Summer 2016 Collection.

Directed by: @vanalpert

Creative director: @rhuigi


DoP: @jordanritz

Produced by:
@anthony_cabaero
@laikaforbennies
@tysonpilcher

Cast:
@ryan.rice
@thelittlelivv
@badtatts
@dong_rip
@supersadtruelovestory

Special thanks: @milk @depict33

Zarftan oy pusulası yerine ot çıktı!!! High DP Partisi

Rize’de bir sandıktaki zarftan oy pusulası yerine 'ot' çıktı.

Rize merkeze bağlı Kurtuluş İlköğretim Okulu’nda Kale Mahallesi’nin oy kullandığı 1121 nolu sandığın oylarını sayan görevliler, açtıkları bir zarfta oy pusulası yerine 'ot' buldu. Şaşkınlık yaşayan görevliler, otlu zarfı geçersiz oyların olduğu bölüme koydu.

source:

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/401783/Zarftan_oy_pusulasi_yerine_ot_cikti.html#

Saat kaç gerçekten – görmek için resmin üzerine tıklayınız.



http://saatkac.com  saati görmek için imajı yada asağıdaki linke tıklayınız

 

YAZ SAATİ UYGULAMASI






Türkiye'de 2015 yılı yaz saati uygulaması 8 Kasım sabah saat 4:00'te sona erecek, saatler 1 saat geri alınacaktır.Normal şartlarda 25 Ekim'de yapılması planlanan uygulamadaki bu değişiklik, akıllı telefonlar, saatler ve bilgisayarlara yansımadığından dolayı, cihazlarınız saatinizi 1 saat geri alıp yanlış saat bilgisi almanıza neden olabilirler.
















Punk Aslı



 


photo (added to article) by ari alpert


Punk Aslı


Nazi döneminin ideal Alman kadını ile Fransız Yeni-Dalga sinemasının kısa sarı saçlı serseri kızı arasında bir yerde fotoğraf verir Punk Aslı. Yok, bu tarif çok eskilerde kalmış diyorsanız, size bir Andy Warhol kızı Edie’yi ya da Blondie’nin Debbie Harry’sini verelim o zaman, başka örnekler olarak.

photo (added to article) by ari alpert

Gamzeli düzgün yüz hatları, bu yüzün içinde büyücek bir yer tutan şekilli ağzı, etrafı siyaha boyanmış kararlı bakışlara sahip kısık gözleri, beyaz teni ve atletik vücuduyla alternatif müzik camiasının en ele avuca sığmaz simalarından biri Punk Aslı.

Sevmiyordu hayatını hale yola sokmuş, işinde yükselme gayreti içinde debelenen o sıkıcı şahsiyetsiz insanları, her attığı adımda maddi manevi güvence arayan gizli korkaklar ona göre değildi. Kendine ilerisi için başkaları tarafından biçilen rolden nefret ediyor, etrafındaki büyükleri gördükçe büyümek istemiyordu.

Yapmacık hissi uyandırmayan, tepkilerini içinden geldiği gibi örgütleyen kendiliğinden Punkçu Aslı, sonradan Londra’lara giderek devşirilmişlerden değil. Özenti değil, ruhen Punkçu. Punk cephesinin iflah olmaz metalci Parkinson Şeref’e yanıtı. Yalnız bir farkla; mahalle aralarından değil, sosyetenin cirit attığı yüksek bir muhitten, Nişantaşı’ndan gelen.



***

Orta kulaktan içeri sinsice sızan ilk notalar heavy metal müziği oldu, bu kuşağa mensup herkes gibi. Neden sonra abisinin Rotary kulüpte öğrenci değişimi esnasında kanka olduğu yabancı arkadaşlarının aylarca evlerinde kalmaları münasebetiyle tanımış Joy Division’ları, Sisters Of Mercy’leri… Giderken arkalarında bıraktıkları kasetler, CD’ler ilk arşiv parçalarıymış.

Zihni ile Parkinson Şeref’in Teşvikiye Camii önünde tezgâh açtığı zamanlarda, oraya dadanan Slayer tişörtlü ergenlerden biriydi, yanında da ilk kankası Rumble Fish Özgür. Kurtuluş’a taşındıklarında bile bir ayağı orada kalmış; 14-15 yaşlarında burada tanımış birlikte müzik yapacağı diğer yaramaz çocukları, henüz Taksim’e çıkacak cesaret bulamadıkları günlerde, camii bahçesini çevreleyen parmaklıkların önünde.

Deniz, Timur, Sinan, Hikmet ve Kötü Kedi Şerafettin’in yaratıcısı karikatürist Bülent (Üstün) ile birlikte kurduğu -sadece birkaç prova yaptıkları, çalgılarının yetmediği yerde ağızlarıyla melodi çaldıkları, gürültü çıkardıkları ve geride hiçbir kayıt bırakmadan bitirdikleri- ilk topluluğun adı Drug Traffic.

Müteakip günlerin birinde Harbiye İnci Sinemasında o koltukların kırıldığı meşhur Kronik – Pentagram konseri var. Babasından konser için alamadığı izni, sinemaya gideceğim diye koparıyor. Güzelce yapıyor Kiss makyajlarını ve alıyor en öndeki yerini. Ertesi gün gazetede fotoğraflı bir haber: “öpüşelim, sevişelim, dertleri unutalım!” Ne yaratıcı medya değil mi? Yarattıkları yegâne şey, babada köpüren büyük bir öfke dalgası.

Evden çıkması yasaklanmış, gardiyanlık vazifesi de abiye kalmış. İlk dışarı çıktığı gün bu işlere meraklı bir iki arkadaşıyla Maçka mezarlığına giderek, abisine büyü yapmaya çalışmak olmuş. Yoksa tutmuş muydu, neydi? Abisi iş için yurtdışına gitmişti, hem de yıllarca dönmemek üzere. Gerçekten böylelikle mi kurtulmuştu ondan?



***

Anne ile babanın çocukluğuna denk gelen ayrılığı, belki de onu hırçınlık ve aykırılıklarla dolu bir yaşam macerasına çıkaran ile tetikleyici ilk adımlardı. Bir de aile baskısından yıldığı için kendini odasının kapısına kemeriyle asarak intihar eden 16 yaşındaki Rum komşusu Stavro’nun üzerinde bıraktığı tesir. Hedefler belliydi. Sırasıyla aile, okul ve en nihayetinde toplum baskısı…

Ortaokul öğrencisiyken saçlarına -toka takmak yerine- attığı düğüm ve giydiği farklı renklere boyanmış asker botlarıyla disipline verilmiş. Takan kim? Hiddetlenen müdür ayağından zor yoluyla çıkardığı botun tekini dama fırlatınca, bizimki sanki hiçbir şey olmamışçasına, adamın varlığını hiçe sayarcasına ertesi gün kalan teki giyerek gelmişti derse.

Saçlarını bir Mohawk gibi dikine briyantinleyen arkadaşlarıyla takılırken, çok daha kalabalık bir topluluğun şimşekleri üzerine yağacaktı. Otobüste yanlarına oturmuyorlar, yolda uzağından geçiyorlardı. Tacizler hiç eksik değildi; No Fascism yazan montu yüzünden “faşist olmayacaksın da, komünist mi olacaksın” diyen politika tarihini yalayıp yutmuş üstün zekâlı polisle başı derde giriyordu.

İşler giderek budaklanıyor, hayatını tehdit edecek boyutlara uzanıyordu. Bu uğurda bıçaklandıkları bile oldu. AKM’nin karşısındaki Vakıfbank’ın önünde tezgâh açıyorlardı, yanında Parkinson Şeref’ler falan. Pek öyle bir şey sattıkları da yoktu, zaten tezgâh bahane; bir nevi buluşma yeri yapmışlardı kendilerine. Şişli’den bu yana kendilerini takip eden -o gün tesadüf Beşiktaş maçı için teçhizatlanmış Çarşı grubuna yakın Gültepelilerden oluşan- yaklaşık 20 kişilik bıçaklı bir grubun saldırısına uğramışlardı eve dönüş yolunda. Bu olayı birkaç hafif darbe ve sıyrıkla atlamış, bugün hayatta olmalarını semtlerine kadar tazı kadar iyi koşmalarına, bir de mahalle sakinlerine borçluydular.

Bir defasında da bir araba dolusu magandanın sözlü tacizine uğramıştı. Trafikte sıkışan arabayı tekmeleyip kaçmaya başladı. Ellerindeki silahlarla mahalle bakkalında kıstırdılar bizimkini. Ne hikmetse, deve gibi dört uğursuz suratlı adam, yalnız bir kıza bile silahsız saldıramıyormuş; sorsan hepsi delikanlı! Neyse ki, bizim bakkal İhsan Abi gerçek delikanlı; hem de raconu en alasından kesecek, masum bir kızın peşinden mekânına dalan namertleri hayatını ortaya koyarak kovmayı becerecek kadar.



***

Kemancı Köprüaltı’ndan Sıraselviler’e taşınırken, CMUK artık serpilmiş bir topluluktu; en bela yerlerde bile sahne almaya hazırdı. Metalcilere ve özenti punkçılara yüz vermeyen bu topluluğa Taksim Punk’ı diye isim takmışlardı. Kimler mi? Bakırköy Metalcileri ile Kadıköy Tayfası.

Birbirlerini açıkçası sevmiyorlardı, hatta ufak tefek kapışma haberleri bile geliyordu sağdan soldan. Gözünün üzerinde kaşın var dalaşmaları bir yana, en derininde sınıf farkından kaynaklanan gıcıklıklar vardı. Ağırlıkla Taksimdekiler orta sınıfı temsil ederken, Bakırköy işçi sınıfı, Kadıköy ise burjuva çocuklarından oluşuyordu, kaba bir tasnifle.

CMUK dağılmak üzereyken kuruldu Tampon, 1993 yılında seçkin semtlerden gelen İstanbul kızları tarafından. Toplulukta yer alan Evren’in abisi -Kurban’ın solisti- Deniz Yılmaz’ın stüdyosunda.

Ne feministlerdi, ne de Riot Grrrl. O yaşta çocukların ne sınıf bilinci olacak ki, sadece insan olarak boyun eğmemeye ihtiyaçları vardı, bir de ergen olarak, bağırıp çağırmaya çığlık atmaya. Kadınların askere alınmamasından, sokakta rahat yürüyememelerine kadar uzanan gündelik hayatlarından fışkıran -ama haklı ama saçma- bir dizi tepkiyi dile getiriyorlardı. Plak olarak basılan bir Punk toplamasında bir şarkıları yer aldı.

***

Bir yıl sonra bir kıyafet dükkânı açtı Aslı, Beyoğlu Suriye Pasajı’nda: kapı numarasından dolayı 13 adında. Bu ruhuna çok uygun bir işti, zira kendini bildi bileli kendisi için özel olarak alışverişe çıkmaz, tüketim toplumuna meşrebince ayak uydurmamaya çalışır, eline geçen beş-benzemezi üzerine kıyafet yapardı.

Eminönü’nde Pala lakaplı bir adam bulmuştu. Barakayı andıran küçücük dükkânında Birinci Dünya Savaşı’ndan kalma postal, obje türünden çok ucube şeyler vardı. Artık kaykayla gitmek çok keyifliydi; Kurtuluş’tan Eminönü’ne, oradan aynı yıl başladığı Mimar Sinan Üniversitesi heykel bölümüne, günün son durağı olarak da dükkâna.

Timur’un overdose nedeniyle ölümünün ardından araları açılmıştı çevresindeki herkesin. Eski ilişkiler parçalanmıştı. Artık teselli bulduğu yegâne yer Narmanlı Han ve Deniz Pınar’ın dükkânıydı. Çevresi değişirken, yenilenirken, İstanbul’a dışarıdan gelmiş iki tuhaf tiple tanıştı: Ünver ile Emin.

Bu iki kafadar kısa süre sonra ortağı olacaktı, Atlas Pasajı’nda açacakları Mod adlı dükkânda. İşler iyi gidince bir tane de Cihangir’de açtılar: Harajuku…

Birlikte gittikleri bir Desmond Dekker konserinde sadece ska ve reggae müziğiyle değil, unutulmuş çocukluk arkadaşı Athena Gökhan ile de dost olmuştu. Bu arada da Atlas iyice hareketleniyordu: önce Kod ve Karga açıldı, ardından Çalıntı. Kılabır dünyasına materyal servisi yapan milli dansöz Sibel Gökçe bile oradaydı.

***

Acaba burada bir hayat kurabilir miyim diye –abisinin yanında- verdiği altı aylık Amerika molasının ardından dönüşte dükkânlarının kapandığını gördü. Anabala Pasajı’na geçti, Alt’ı açtı. Müzik, fanzin ve eşya satıyordu. Aklında kalmıştı bir kere; burasını da uzun süreli olarak düşünülen bir Amerika macerası nedeniyle kapadı. Orada ismini Esat’tan aldığı Mondo Trasho’yu açtı. Yanı sıra iki yıl boyunca “New York New York” adıyla yaptığı bir gençlik, moda, müzik ve sokak kültürü programını Best TV’ye sattı.

2007 yılında uzun süredir kanserle mücadele eden annesinin vefatının arifesinde memlekete döndü ve Tampon’u yeniden toparladı. Tampon’a sayısız insan katıldı ve ayrıldı zaman içerisinde. Epey konser verdiler ama artık bir kızlar topluluğu değillerdi. Aslı Kranch’tan Orkun’a, Rashit’ten Tolga’ya kadar pek çok isimle yeni müzikal projelerde bulundu; Bülent Üstün ile Kabız Kuğu Bok Pop Band adında topluluk kurdu.

Geçim gailesi denen bela, hayallerine ve Punkçuluğuna giderek daha fazla refakat etmeye başlarken, artık bir elinde fırça ve airbrush var Punk Aslı’nın. Sinema filmlerine ve özel konserlere atmosfer ve karakter tasarımları yapıyor.

Zaten zaman da ilerlemiş, kuşaklar değişmiş; hatta Bakırköy ve Kadıköylülerle arkadaş bile

olmuşlar. Bakırköylüler de Kadıköylülerle…

Murat Beşer (muratbeser@muratbeser.com)

from: habersol.com

Banksy’s Dismaland park: shocking, funny, extraordinary


Clandestine street artist Banksy opens a theme park like no other. Inside a derelict lido in Weston-super-Mare, Dismaland features migrant boats, a dead princess and Banksy's trademark dark humour.





It’s an extraordinary, shocking and funny experience from the moment you step through the gates of Dismaland.

A fake security check underlines the fabricated threats Banksy and his collaborators believe we are being guarded against.

Once inside, every piece from more than 50 international artists is a twist on what you’d find in a seaside theme park.







News

Banksy himself has moved away from graffiti and street art in this exhibition, and instead his pieces are Banksy images rendered in 3-D - from the carousel with a passenger making lasagne from one of the horses, to a distressing piece about the current crisis off the seas of southern Europe, in which remote controlled boats have been taken over by migrants.
I seem to have reached the point where an art show is more interesting the less I'm in it Banksy

Banksy doesn't do interviews, so we asked him by email why he departed from street art?

He told Channel 4 News "for this show I didn't deliberately set out to snub street art. I just found other stuff a lot more interesting.








"I mean, we have a lady from a Lithuanian village who does traditional floral embroidery but with a power drill into the sides of cars.

"I seem to have reached the point where an art show is more interesting the less I'm in it."







News

The artist has described Dismaland as "a festival of art, amusements and entry level anarchism"







Dismaland castle

And the centrepiece of the Dismaland castle will not just outrage the nice people at Disney, but no doubt the legions of fans of Diana, the late Princess of Wales.

Banksy has taken two iconic pieces of imagery and turned them into something that is shocking, evocative and emotional.







News

Disney’s Cinderella carriage has crashed and is upturned, leaving the princess hanging lifeless from a window. The whole scene is illuminated by a blizzard of flash photography from the surrounding group of paparazzi photographers who were apparently in pursuit on their mopeds.

"It's a theme park whose big theme is - theme parks should have bigger themes" said Banksy in a press release.

Dismaland opens to the public on Saturday. There will be 4,000 £3 tickets available every day until end of September for this "family theme park unsuitable for small children."

- channel 4



Faced With Digital Ubiquity, Artists Still Cherish Crafting Materials

Faced With Digital Ubiquity, Artists Still Cherish Crafting Materials


"Postdigital Artisans" by Jonathan Openshaw (all photos courtesy of Frame Publishers)

“Postdigital Artisans” by Jonathan Openshaw (all photos courtesy of Frame Publishers)

As digital technology becomes increasingly prevalent in our daily lives and the number of those who never knew an internet-less world only grows, so has the fear of becoming less human — of living in a screen-saturated, Black Mirror-esque dystopia where every new tool effaces a need for manual action. What does this mean for art production and our experience of visual culture today? Postdigital Artisans: Craftsmanship with a New Aesthetic in Fashion, Art, Design, and Architecture, recently published by Frame Publishers, explores the works of 60 international artists working with or in response to the digital moment. Through descriptions and images of their works as well as statements by them, the book emphasizes that appreciation for the handmade has not waned with the emergence of 3D printers and other innovative devices; rather, although influenced by the digital revolution, many artists still cherish and rely on crafting material objects.

PDA_p066-067_Anders%20Krisar

Author Jonathan Openshaw unpacks the meaning and context of “postdigital” in his introduction, writing that we live in “a world that has been reformulated by the digital moment, and where a digital mindset is inextricably entangled with our existence, whether or not the digital technology [emphasis his] is actually present.” Even though people across the world experience the digital in vastly varying degrees, Openshaw argues that “We’re all postdigital now” and must recognize the permanence of new technologies. In art, the physical and the virtual have completely melded in both the artist’s approach and in the viewer’s experience — networks such as Instagram call for further engagement through digital documentation, for example.

PDA_p094-095_Marilene%20Oliver

Featuring such a large number of artists in one publication inevitably results in bite-sized rather than comprehensive profiles of each, and the result is a visually rich overview of the “postdigital” art scene and an easy, enjoyable page-turner (fitting, perhaps, for an age of shortening attention spans). The handful of paragraphs devoted to each artist dips only slightly into biography but largely focuses on the craftsmanship behind their creations, describing the role of the digital in their general approach as well as detailing the process of select individual works. A list of often-used materials is also included on every artist’s main page; and to further emphasize the still-tactile nature of today’s art, the book divides artists into six themes focused on the physical form of their work: forces, bodies, surfaces, particles, structures, and matter.

PDA_p074-075_LR

Many of those featured belong to what Openshaw terms the “connector generation,” having grown up in a world still reliant on the analogue but now engaging with the digital. The artists are largely Western, with mostly Japanese or Korean artists representing the East — although this may be less an editorial decision than a reflection of the geographic distribution and prevalence of the digital. Comprising both established and emerging artists, the grouping leads to fresh readings of familiar works as well as introductions to lesser-known projects, all in relation to each other. Anders Krisár’s precise, hand-sculpted human forms that appear manufactured and David DiMichele’s photographs of realistic dioramas allude to how today’s virtual visuals may mislead one’s sense of sight. Responding to our world of big data, Nathalie Miebach creates musical scores based on data sets while Marilene Oliver works with information from MRIs and CT scans to make her humanoid sculptures. Barry X Ball’s hi-tech renderings of classical sculpture marry tradition and technology, as do Faig Ahmed’s hand-woven carpets that incorporate image distortions and warps that occur in Photoshop.

PDA_p170-171_HR

The specificity of the artist profiles are balanced with texts that reflect on greater trends and consequences of the postdigital, such as our relationship to the screen and the fetishization of online/offline lifestyles. Each section closes with an essay written by contributors such as social media theorist and The New Inquiry contributing editor Nathan Jurgenson, London-based curator Sarah Williams, and Museum of Arts and Design Director Glenn Adamson. Openshaw also briefly interviews the indefatigable curator Hans Ulrich Obrist, who addresses how curation needs to become more “extreme” in a postdigital age and attempt to engage viewers beyond the visual.

Art making has naturally evolved alongside technology, but Postdigital Artisans offers an inspiring compendium of projects that still celebrate manual craft in the 21st century. Even as we attach ourselves to new technologies, human creativity is not completely overrun by them. Our digits still manipulate the digital. As Daniel Miller, a professor of material culture at University College London, contends in his essay “Technology and Human Attainment”: “We have not become more or less human. We are simply now that form of humanity that co-exists with this collusion of digital and analogue forms.”

Postdigital Artisans (Frame Publishers, 2015) is available at Frame, Amazon, and other online booksellers.